Çok uzun zamandır evde zaman geçiriyorum. Hatta işimin büyük bir bölümünü de evde yaptığım için, evim bir set gibi. Bütün hikaye burada geçiyor. Hayır, dünyaya kapatmadım kendimi, dünyayı evime taşıdım diyebilirim. Dostlarımla sahilde geçirdiğim, yürüyüş yaptığım zamanların dışında, dışarı çıkmaktansa onları burada ağırlıyorum. Onlar da bu durumdan şikayetçi değiller. Hayat dışarıda diyenlere, “olabilir ama aynı zamanda da evde” diyorum. Biz bir araya geldiğimizde aynı zamanda bir ordu kadar kalabalık oluyoruz. Sevgililerimiz, işlerimiz, ailelerimiz, tanıdığımız tanımadığımız herkes ayrı ayrı koltuklarda oturuyor ve zamanı geldiğinde tek tek sahneye giriyorlar. Bu yüzden ikili sohbetlerimizde dahi aklımızın kulislerinde birçok insan sahne almak üzere bekliyor oluyor. Bu yüzden tek başına kalmak istediğim zamanların dışında yalnız değilim. Evin içinde eğlenebilenlerden ve sıkılmayanlardanım. Neden hep evde geçiyor zamanım? Sorusunu bana biri “neden hep evdesin?” diye sorana kadar düşünmedim. Az önce, koltuğumda uzanmış Şebnem Ferah’ın “dans pisti” şarkısını dinlerken cevabını buldum ve işte yazıyorum. Az önce sahilde bir çay bahçesinde oturup sohbet ettiğim arkadaşımın ayrılırken “ biliyor musun sevi, bu gece dans edeceğim ve hepsiyle ayrı ayrı dans edeceğim” sözü geldi aklıma. Ve Şebnem Ferah’ın şarkısıyla dans etti kafamdaki tüm düşünceler.
….
Hangisi daha güçlü diye beklemektense
Heyecanla attım kendimi dans pistine
Ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
Biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
Neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
Aklımdaki soruların hepsini soracaktım
Hangisi daha güçlü diye beklemektense
Heyecanla attım kendimi dans pistine
Ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
Biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
Neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
Aklımdaki soruların hepsini soracaktım
…
Sosyal ve hayatın anlarını dışarıda arayan, bundan keyf alan, dans ederek ve ayrı ayrı dans ederek çözmeyi deneyen ve aklındaki soruları bizzat karşısındaki kişiye sormak isteyen arkadaşlarımı düşündüm…
Sonra kendime baktım. “Hangisi daha güçlü diye bekleyenlerdendim” Belki de beklemeyi tercih edenlerden. Aşkını hiç dokunmadan, görmeden, ilişkiye dönmüş halini görmeden yaşayan bir aşık için, aşkını yaşayabileceği en ideal yer neresidir? Evi… Çünkü sahilde dolaşabileceği, denizi birlikte seyredebileceği, sinemaya, konsere ya da çay bahçesine gidebileceği bir boyutta değil, sınırları var. Çünkü yaşanan bir ilişki değil. Ruh birlikteliği denebilir, ille de bir şeylerle ilişki!lendirmek gerekirse. Bir aşka, birlikteliğedir tüm duygular hatta kendisi bile bir kalbin ve de bir aklın içinde seninle birlikte sen nereye gidersen oraya geldiği için ve en önemlisi aşkın kordonu kalbine bir hayal perdesiyle bağlandığı için dışarıda olma ihtiyacı da duymuyorsun. En azından ben, bu ihtiyacı duymadım. Hayatımın büyük bir bölümünü evde geçirdiğim ve evde yaşamayı çok sevdiğim için çok keyifli bile oldu. Sancılar, hüzünler, gözyaşları, sevinç çığlıkları, şımarıklıklarla dolu dış seslerimle dolaşırken iç seslere bile ihtiyaç duymadığım o tek başına hallerim sanki 38 yıldır tanıdığım birine aitti. 38 yıldır tanıyor gibi sarıldım kendime. Sarılmışım, sonradan fark ettim.
Az önce evdeki ve dışarıdaki yaşam arasındaki farkı düşündüm. Bugüne dek evime gelen dostlarımdan öğrendiğim şeyler var hayata dair. Yaşamama gerek kalmadı. Belki yaşasam farklı olabilirdi. Olasılık ihtimallerini de düşünmek gerekiyor biliyorum ama; “biliyor musun durumum hiç iyi değil, kendimi kötü hissediyorum ya da yine işsizim” diyen yakınlarıma verdiğim o cevap gibiydi gerçek “Bunu Türkiye yaşıyor. Herkes aynı durumda” Yani, bana gelenler aynı senaryoyu, başka kişilerle yaşıyorlardı ve sonuç hep aynıydı hatta repliklerde…
Aşklarımızı kıyasladım. Ben ilişki yaşamıyordum, ilişki yaşıyorum diyenler de. İlişki yaşayanlarla aynı duygular içindeydik. Nefretlerimiz, kızgınlıklarımız, özlemlerimiz, sevinç gözyaşlarımız, sevilmelerimiz, sevmelerimiz aynıydı. Ben de çekip gidiyordum bir aşkın içinden, onlar da. Ben de terk ediliyordum ve aldatılıyordum, öyle olduğunu sanıyordum, kıskanıyordum, kıskandığımda tuhaf davranıyordum, onlar da. Ve ben de sevgilimle el ele tutuşup bir sahilde dolaşamıyordum, onlar da. Mesaj almıyorduk, aranmıyorduk ve evde birbirimizi teselli ederek bekliyorduk. O Yok’tu. O’nlar vardılar ama yok’tular.
Şimdi düşünüyorum. Belki de en doğrusu, dans pistinde kafamdaki tüm soruları sorarak öğrenmek, deneyimlemek, dokunmak, değiştirmek yani hepsiyle ayrı ayrı dans ederek onlara sormak : “evime gelen arkadaşlarım ve ben neden yalnızız?”
Sonra, düşünüyorum. Hangisi daha güçlü diye beklemek mi? Yoksa dans pistine gidip test etmek mi? Beklemek yalnızlık, Beklememek en büyük yalnızlık.
İhtiyaçlarımı düşünüyorum; biriyle fena halde konuşmaya ihtiyacım var. Şarkının sadece bu kısmını alıyorum. İtiraf ediyorum, “Senin ne haddine böyle şeylerle uğraşmak”diyerek, yaşananlardan pay çıkaran o hazırcı tembel benim.
Düşündüm. Birçok kişiye korkakça gelecek belki ama soruların cevapları hep aynı olunca yaşamak için “yaşamaya” gerek yok. Piste çıkmaya da gerek yok, hatta bazen evin dışında olmaya da.
Yorumlar
Yorum Gönder